[sıfat]

• Güzel, zarif, modaya uygun

  Şık bir elbise.

• Güzel, modaya uygun giyinmiş olan

  Daima müzik vardı, şık kadınlar vardı. - Halide Edip Adıvar

[mecaz]

• Yerinde, uygun

  Herkesin içinde dans öğrenmem şık olur. - Peyami Safa

[isim]

• Seçenek

  Sizin için iki şık var, ya çalışacaksınız ya bu işten vazgeçeceksiniz.

[isim]

• Şık olma durumu

[isim]

• Şıkırdama sonucu çıkan sesin adı

  Birden denizin oradan, öteden su şıkırtısına benzer bir ses çalınıyor kulağına. - Zeyyat Selimoğlu

[isim]

• Çıngıraklı çocuk oyuncağı

[isim]

• Şıklaşmak işi

[nesnesiz]

• Şık duruma gelmek, şık olmak

  Sen bugün böyle niçin pek şıklaştın, boynuna kravat filan taktın da geldin? - Osman Cemal Kaygılı

[isim]

• Şıkırdamak işi

[isim]

• Şıkırdatmak işi

[nesnesiz]

• Birbirine çarpan metal nesneler şıkırtı sesi çıkarmak

  Demir gagalı geveze leylekler gibi durmadan şıkırdayan makamları dinliyordum. - Ömer Seyfettin

[halk ağzında]

• Aydınlanmak, parlamak

[-i]

• Şıkırtılı ses çıkartmak

  Boncuklu kapıyı şıkırdatarak eczaneye girdi. - Attila İlhan

[isim]

• Şıklaştırmak işi

[-i]

• Şık duruma getirmek, şık olmasını sağlamak