[isim]

[halk ağzında]

• Şarbon

[nesnesiz]

• Yana yatmak, yana dönmek

[-i]

• Yanından geçmek

[-e]

[mecaz]

• Çalışıp yorulmadan başka birisinden geçinmek

  Validenin yanına yanlamaktan başka çarem yok! - Ercüment Ekrem Talu

[isim]

[mecaz]

• Yanık olma durumu

  Karga, pohpohlanan sesinin yanıklığını göstermek için şarkıya başlıyor. - Nazım Hikmet

[isim]

• Yandaşlık

  Gençlik onun yanlılığını, bencillik gibi görünen iç inzivasını hiç tutmazdı. - Haldun Taner

[isim]

• Yanıltmak işi

[nesnesiz]

• Tanımayarak, niteliğini iyi anlamayarak aldanmak

  Bazen insanlar o kadar birbirlerine benziyor ki insan yanılıyor. - Mahmut Yesari

• Sonucunu düşünmeden veya bilmeden uygunsuz bir davranışta bulunmak

[isim]

• Yansıtmak işi

[mecaz]

• İletme, duyurma

[nesnesiz]

• Işık dalgaları yansıtıcı bir yüzeye çarparak yön değiştirmek, aksetmek

  Düz ve parlak yüzeylere çarpan ışık yansır.

• Yer almak

  Gazeteye yansıyan haber ağızdan ağıza geçerken açıklığını hemen hemen tamamen kaybetmiştir. - Halikarnas Balıkçısı

[mecaz]

• Anlaşılmak, belli olmak

[mecaz]

• Ulaşmak, duyulmak, yayılmak, aksetmek

[isim]

• Yandırmak işi

[-e]

• Bir şeyin, bir kimsenin yanına gelmek

  Usulca avluya indim, rafa doğru yanaştım. - Falih Rıfkı Atay

• Vapur, kayık vb. kıyıya varmak

  Günün birinde kocaman bir motor Santa Maria'ya yanaştı, içinden çıkan bir subay muhafızlarla uzun uzun görüştü. - Refik Halit Karay

[mecaz]

• Karışmak, ilgilenmek, istek göstermek

  Ali Mehmet Bey, cihetlere yanaşacak kimselerden değildir. - Sermet Muhtar Alus

[nesnesiz]

[mecaz]

• İlişki kurmak

  Vahşi ve utangaç olduğu için pek yanaşmaz. - Reşat Nuri Güntekin

[isim]

• Deniz veya ırmakta iskele

[nesnesiz]

[halk ağzında]

• Gevezelik etmek, tatsızlık etmek

[isim]

• Yancı olma durumu

[isim]

• Yansıtıcı

[sıfat]

• Yankısı olmayan

  Binlerce insana değil, sinir bozucu yankısız bir boşluğa konuşuyordu. - Çetin Altan