[sıfat]

• Parlayan, ışıldayan

  Siyah, çıplak dallarda henüz kuruyamayan su damlaları parlak, mavi birer boncuk gibi parlıyordu. - Halide Edip Adıvar

• Temiz ve ışıklı

  Sabahleyin gökyüzü parlak, ufuk açıktı / Güneşli bir havada yaylımız yola çıktı - Faruk Nafiz Çamlıbel

[mecaz]

• Göze çarpacak kadar başarılı

  Birinci İnönü Harbi'ni parlak bir zaferle kazandık. - Aka Gündüz

[kaba konuşmada]

• Yüzü güzel (oğlan)

[sıfat]

• Çok kullanılmaktan yıpranmış

  Vücudu eski partal esvapları içinde çarpık çurpuk eski bir değneğe dönmüştü. - Halide Edip Adıvar

[isim]

• Abartılmış söz, yalan

Ata Sözleri ve Deyimler

• partal atmak

[isim]

• Tiyatro, sinema vb. yerlerde, sahnenin bulunduğu ilk kat ve burada bulunan koltuklar

  Parter, her sınıftan insanla hıncahınç dolu idi. - Reşat Nuri Güntekin

[isim]

• Buluş belgesi

• Uyruğunu belirten belge

• Gemilere ayrıldıkları limanın sağlık durumu için verilen belge

[mecaz]

• Bir durum veya bir işi yalnızca kendi yetkisi altında görme

  Çünkü Türkiye'de patenti yabancı şöhretlerin elinde bulunan heykeltıraşlık Türk sanatkârına para getirmez. - Peyami Safa

Ata Sözleri ve Deyimler

• patentinin altına almak

[isim]

• Engebeli yerlerden gelip geçenlerin ayak izlerinden oluşan, tekerlekli araç işlemeyen dar yol, çığır, keçi yolu, yolak

  Selim çıkını aldı, güneşte ağaran patika yolunu tuttu. - Halikarnas Balıkçısı

[sıfat]

• Patlayarak açılmış, yırtık, yarık

  Patlak davul.

[isim]

• Patlamış yer

  Karşısındakini, kalpağından ta patlakları gözüken kunduralarına kadar bir süzdü. - Ömer Seyfettin

Ata Sözleri ve Deyimler

• patlak vermek

[isim]

• İki ülke parasının karşılıklı değeri

[isim]

[hayvan bilimi]

• Pars

  Adamın son panterini ben vurdum, neslini ben tükettim. - Refik Halit Karay

[isim]

[din bilgisi]

• Ortodoks ve bazı Doğu kiliselerinin başkanı

  Patriklerini otele getirmek büyük bir hadise idi. - Falih Rıfkı Atay

[isim]

[anatomi]

• İnsanda ve bazı hayvanlarda ellerin ve ayakların son bölümünü oluşturan, boğumlu, oynak, uzunca organların her biri

  Parmaklarımızla masanın tahtasında tempo tutuyoruz. - Adalet Ağaoğlu

[sıfat]

• Eni veya boyu bu organ kadar olan

[sıfat]

• Koyu sıvılara daldırıp çıkarıldığında bu organa bulaşan miktar kadar olan

  Bir parmak bal.

• Bir tekerleğin merkezinden çemberine kadar uzanan çubukların her biri

[matematik]

• İnç

[mecaz]

• Bir işe karışmış olma ilgisi

  Bu işte onun parmağı var.

[eskimiş]

• Arşının yirmi dörtte biri

Ata Sözleri ve Deyimler

• parmağı ağzında kalmak
• parmağına dolamak
• parmağında oynatmak
• parmağını aramak
• parmağını bile kıpırdatmamak (veya oynatmamak)
• parmağının ucuyla (veya ucunda) çevirmek
• parmağını yaranın üzerine basmak
• parmağı olmak
• parmak atmak
• parmak basmak
• parmak bozmak
• parmak ısırmak
• parmak kadar
• parmak kaldı
• parmak kaldırmak
• parmakla gösterilmek
• parmaklarını (birlikte) yemek
• parmakla sayılacak kadar az olmak

[isim]

• Askerlerin birbirlerini tanımalarını sağlayan ve kendi aralarında önceden kararlaştırdıkları kelime veya söz

  Bir asker uzaktan, görünmeyen bir yerden parola soruyordu. - Memduh Şevket Esendal

[mecaz]

• Varılmak istenen amacı özetleyen söz

  Öyleyse ya istiklal ya ölüm! İşte hakiki kurtuluş isteyenlerin parolası bu olacaktı. - Atatürk

• Gizlilik ortamında insanların birbirini tanımalarını ve anlaşmalarını sağlayan işaret

  Her gelen, ilk iş olarak parolayı söyler. Parola her altı ayda bir değişir. - Necip Fazıl Kısakürek

[isim]

• İmar yasalarına göre ayrılıp sınırlanmış arazi parçası

[isim]

• Bir tür kumar oyunu

[sıfat]

• Pandomim oyununda palyaço gibi boyanmış komik

  Eli süpürgeli paskal, tuhaflıklar yaparak seyircileri güldürürdü. - Müsahipzade Celâl

[isim]

[halk ağzında]

• Tütün yaprağı dizisi