[sıfat]

[mecaz]

• Çok meraklı, her şeyi anlamak isteyen

  Aman ne kırkmerak kadınmışsın! - Hüseyin Rahmi Gürpınar

[isim]

• Türkiye'nin İç Anadolu Bölgesi'nde yer alan illerinden biri

[nesnesiz]

• Lohusa veya yeni doğmuş bebek için kırk günü doldurmak

  Lohusa kırkladı.

[-i]

• Bir şeyi kırk defa yapmak ve özellikle birçok defa sudan geçirmek, çok yıkamak

  Ben bu yazının yüzünde itin murdar ettiği kabı kacağı nasıl kırklarım? - Orhan Kemal

[halk ağzında]

• Doğumdan kırk gün sonra bebeği törenle yıkamak

[isim]

• Kırklanmak işi

[isim]

• Kırıklamak işi

[nesnesiz]

• Kırkma işi yapılmak

  Sonra oturtuldu ve terzinin kocaman makasıyla büklüm büklüm saçları ta dibinden kırkıldı. - Necip Fazıl Kısakürek

[isim]

• Kırktırmak işi

[isim]

• Defter, kâğıt, kalem, mürekkep vb. yazı araç ve gereçlerinin bütünü

• Kâğıtla yapılan işlemler

[sıfat]

• Kırıntısı olan, kırıntılardan oluşmuş

[isim]

• İçinde değişik türden şeyler bulunan kap veya yer

[mecaz]

• Birçok konuda bilgisi olan kimse

[halk ağzında]

• Çerçi

[nesnesiz]

• Rengi kır olmak

  Bir ay boyunca, kırlaşan saçlarına tarak sürmedi. - Lâtife Tekin

[nesnesiz]

• Kırsal duruma gelmek

  Burası memleketin bir temiz köşesi, şehrin kırlaşmış bir bucağı... - Memduh Şevket Esendal

[-e]

[-i]

• Kırma işini yaptırmak

  Kalemindeki odacıya aylığını kırdırırmış. - Sermet Muhtar Alus

[isim]

• Kırdırtmak işi

[isim]

• Kırçıl olma durumu

• Koyu at donları üzerine ak kılların tek tek dağılması

[isim]

• Geviş getiren hayvanların dört gözlü olan midelerinin üçüncü gözü