KİLOGRAMKUVVET Harflerini İçeren 7 Harfli Kelimeler

KİLOGRAMKUVVET harflerini içeren 7 harfli 22 kelime bulunuyor. 7 harfli KİLOGRAMKUVVET kelime türetme listesi ve kelime anlamları.

MUKAVVİ21, AVROVİL20, KOVULMA16, OVULMAK16, EKVATOR14, KİLOVAT14, TEVAKKİ13, ALEGORİ12, GAMETLİ12, KOKUTMA10, KORUMAK10, OTURMAK10, OKUTMAK10, AKORTLU9, KOKETRİ8, KATOLİK8, METALİK8, MERTLİK8, TERAKKİ7, TAKKELİ7, TELKARİ7, TELAKKİ7

TERAKKİ (Kelime Kökeni: Arapça teraḳḳī)

[isim]

[eskimiş]

  • İlerleme, yükselme, gelişme

[felsefe]

  • İlerleme

Ata Sözleri ve Deyimler

  • terakki etmek
  • terakki göstermek

TAKKELİ

[sıfat]

  • Takkesi olan

TELKÂRİ

[isim]

  • Tel durumundaki gümüşü, altını örerek veya bir şey üzerine kakarak yapılan iş

[sıfat]

  • Gümüş veya altını ince teller durumuna getirip örerek yapılan (takı vb.)

[sıfat]

  • Gümüş veya altın tellerden yapılmış motiflerle süslü

    Telkâri bir vazo.

TELAKKİ (Kelime Kökeni: Arapça telaḳḳī)

[isim]

  • Anlayış

    Bunu böylece, belki de bir telakkiye göre küstahça yazmamı açık sözlülüğüme bağışlayın. - Nazım Hikmet

  • Kabul etme, sayma

Ata Sözleri ve Deyimler

  • telakki etmek
  • telakki olunmak

Birleşik Kelimeler: hüsnütelakki

KOKETRİ (Kelime Kökeni: Fransızca coquetterie)

[isim]

  • Beğenilme merakı

    Elbiseyi öyle bir hüner ve koketri ile tutardı ki en usta terzinin makasından çıkmış mantodan daha zarif olurdu. - Refik Halit Karay

  • Şıklık, hoşluk

KATOLİK (Kelime Kökeni: Fransızca catholique)

[isim]

[din bilgisi]

  • Roma kilisesinin kendine verdiği ad
  • Hristiyanlığın mezheplerinden biri
  • Katolik mezhebinden olan kimse

METALİK (Kelime Kökeni: Fransızca métallique)

[sıfat]

  • Madeni
  • Metal gibi parlak olan (renk)

    Sigarasını koltuğun kenarına koyduğu metalik kül tablasına ezercesine basıyor. - Ahmet Ümit

Birleşik Kelimeler: metalik boya, metalik renk

MERTLİK

[isim]

  • Yiğitlik

    Umudu olmadığı için, mertlik bende kalsın diye öyle görünürdü. - Haldun Taner

Birleşik Kelimeler: civanmertlik

AKORTLU

[sıfat]

  • Akordu olan, akort edilmiş

KOKUTMA

[isim]

  • Kokutmak işi

KORUMAK

[-i]

[-den]

  • Bir kimseyi veya bir şeyi dış etkilerden, tehlikeden, zor bir durumdan uzak tutmak, esirgemek, muhafaza etmek, vikaye etmek, sıyanet etmek

    Orasını tozdan, yağmurdan korumak borcumuzdur. - Orhan Seyfi Orhon

  • Güçlü bir kimse veya kuruluş, güçsüz birini veya bir şeyi desteklemek, himaye etmek

    Beni kendi kardeşi gibi sever, babasının hışmından korurdu. - Reşat Enis

[-i]

  • Tehlikeye karşı denetimi altında bulundurmak, savunmak, müdafaa etmek

    Yurdu korumak.

[-i]

  • Tehlikeli, zararlı durumları önlemek

    İlaçla meyveleri korudu.

[-i]

[mecaz]

  • Bir şeyin eskimesini, yıpranmasını önlemek için gereken dikkat ve özeni göstermek

    Üstünü başını biraz korusaydın bu kadar kirlenmezdi.

[-i]

[mecaz]

  • Süregelen bir durumun değişikliğe uğramasını önlemek

    Geleneklerini koruyorlar.

[-i]

[mecaz]

  • Karşılamak, denk gelmek

    Bu işin geliri masrafını korumaz.

OTURMAK

[-e]

  • Vücudun belden yukarısı dik duracak biçimde ağırlığı kaba etlere vererek bir yere yerleşmek

    Bir sandalyenin üzerinde oturmuş, önüne bakıyordu. - Sait Faik Abasıyanık

[nesnesiz]

  • Bu biçimde yerleştiği yerde kalmak

    Bakın, hikâye zordur, acımasız ve hoşgörüsüzdür. Oturursunuz ve başından kalkamazsınız. - Tarık Dursun K.

[-i]

  • Uygun gelmek, ölçüleri tam olmak

    Ütüsüz ve beli oturmamış pantolonunu çekti. - Tarık Buğra

[-de]

  • Bir yerde sürekli olarak kalmak, ikamet etmek

    Aynı semtte oturdukları için komşu da sayılırlar. - Burhan Felek

[nesnesiz]

  • Hiçbir iş yapmadan boş vakit geçirmek, boş durmak

    Böyle oturacağınıza çalışsanız olmaz mı?

[nesnesiz]

  • Toprak veya yapı çökmek, aşağı inmek

    Temelin bu tarafı on santim oturmuş.

[-le]

  • Biriyle beraber yaşamak

    O günden beri enişte beyle oturuyorum. - Sermet Muhtar Alus

  • Bir işi yapmakta olmak, bir işe başlamak üzere olmak
  • Yer almak, geçmek

    Valilik makamına oturdu.

[nesnesiz]

  • Benimsenmek, yerleşmek, kökleşmek

    Gelenekler gün geçtikçe iyice oturdu.

  • Belli bir yörüngede dönmeye başlamak

    Uydu yörüngeye oturdu.

  • Sıvı tortuları dibe çökmek, dipte toplanmak

[nesnesiz]

  • Herhangi bir durumda belli bir süre kalmak

    Arif gibi bir adamla çene yarışına girmek istememekle beraber susup oturamazdı. - Memduh Şevket Esendal

Ata Sözleri ve Deyimler

  • oturup kalkmak

OKUTMAK

[-i]

  • Okumasını, öğrenim görmesini sağlamak

    Babamın beni büyük kentte okutacak parası olmadığı için öğretmen olmuştum. - Nezihe Meriç

[nesnesiz]

  • Okuma işini yaptırmak

    Kumandan paşaya bu akşam şiir okutmak istiyoruz. - Falih Rıfkı Atay

[nesnesiz]

  • Ders vermek, bir konu üzerinde yetiştirmek

    Lisede İngilizce okutuyor.

[argo]

  • Satarak elinden çıkarmak

    Bana iki sandık çay verdi. Bunları al okut, dedi. - Sait Faik Abasıyanık

ALEGORİ (Kelime Kökeni: Fransızca allégorie)

[isim]

[edebiyat]

  • Bir görüntü, bir yaşantı veya bir davranışın daha iyi kavranmasını sağlamak için göz önünde canlandırıp dile getirme, yerine koyma

[edebiyat]

  • Bir sanat eserindeki ögelerin gerçek hayattan bir şeyleri temsil etmesi durumu

GAMETLİ

[sıfat]

  • Gameti olan, gamet oluşturan

    Gametli bitkiler.