[isim]

[fizik]

• Bulunduğu kabın biçimini alabilen ve üstü yatay bir düzlem durumuna gelebilen akışkan cisim, mayi, likit

[sıfat]

• Yumuşak kıvamlı, suyu fazla

  Sıvık hamur.

[isim]

• Kıvırmak işi

[sıfat]

• Fazla suyla karıştığı için biçimini koruyamayacak kadar sulanmış, cılk

  Cıvık hamur.

  Cıvık çamur.

[mecaz]

• Soğuk ve can sıkıcı şakalar yapan (kimse)

[-i]

• Herhangi bir şeyi bükmek

  Fino, beni görünce kuyruğunu kıvırıp düşmanca havlaya havlaya beyaz dişlerini gösterdi. - Hüseyin Rahmi Gürpınar

• Kenarından katlamak

• Bir giysinin veya kumaşın kenarını bükerek tersinden dikmek

• Kalçalarını iki yana sallayarak oynamak veya yürümek

• Uydurup söylemek

  Gene yalanları kıvırdı.

[-e]

• Saptırmak, çevirmek

  Arabayı birdenbire sağa kıvırdı.

[nesnesiz]

• Yapmak istememek, yan çizmek

[nesnesiz]

[mecaz]

• Başarmak, başa çıkmak, becermek, hakkından gelmek

  Hâlbuki Nahit onu odasına çekip de baş başa prova yaptığı zamanlarda pekâlâ kıvıracağa benziyordu. - Tarık Buğra

[argo]

• Dolandırmak

  Peki bu kız, zarar ziyan hesabının federasyona üç misli gösterilip Zühtü'nün düğün parasını kıvırdığını bilmez mi? - Emine Işınsu

[isim]

• Kıvırtmak işi

[isim]

[fizik]

• Sıvınmak işi

[-e]

[-i]

• Kıvırma işini yaptırmak

[nesnesiz]

[fizik]

• Gaz veya buhar durumundan sıvı durumuna geçmek

[isim]

[denizcilik]

• Misina ağından çeşitli boyutlarda örülmüş, ucuna kurşun ağırlık takılan av malzemesi

[zarf]

• Alabildiğine

  Alışveriş sıvırya gidiyor.

• Sürekli olarak

• Birbiri ardı sıra

[isim]

• Cıvımak işi

  Espriyi anlayamadığı için şimdi bu gülüşmeleri bir çeşit cıvıma sanmıştı. - Haldun Taner

[isim]

• Kıvırma işi

[isim]

• Cıvıtmak işi

[nesnesiz]

• Cıvık duruma gelmek

[mecaz]

• Bir iş çığırından çıkmak

[mecaz]

• Saygısızca davranışta bulunmak