[isim]

• Çatmak işi

• Provada geçici olarak bir giysiye iliştirilmiş olan parça

• Duvarları ağaç gövdesinden birbirine takılarak ve çivisiz olarak yapılan yayla evi, Yörük çadırı

• Bir tür döşemelik kumaş

  Sonra o çatma örtülü minderin üstüne oturmuş, albayın İstanbul hakkındaki suallerine kısa kısa cevap vermişti. - Halide Edip Adıvar

• Ahşap yapılarda ağaç iskeletin temel parçaları

• Semerin ağaç kısmı

• Heykel yapımında çamuru ayakta tutan tel iskelet

[-i]

• Odun, değnek, kılıç, tüfek vb. uzun şeylerden birkaç tanesini, tepelerinden birbirine çaprazlama dayayarak durdurmak

  Avlusunda silahlarını çatmış, ayaklarını germiş askerler var. - Falih Rıfkı Atay

• Kereste vb.ni birbirine tutturmak

  Kırık tahtaları bir solukta yan yana çattılar. - Lâtife Tekin

• Bir şeyi yapmak için gerekli parçaları bir araya getirmek

  Koca bir nahiye titreştik, odunsuz yattık / O büyük mektebi gördün ya, kışın biz çattık - Mehmet Akif Ersoy

• Yükü hayvana iki yanlı yüklemek

• Başa yemeni, çatkı, yazma vb.ni bağlamak

[-e]

• Üzücü, kızdırıcı veya şaşırtıcı olaylarla karşılaşmak

  Hacı Mustafa bağırıyor, ömründe böyle bir işe çatmadığını söylüyordu. - Refik Halit Karay

[-e]

• Yazıyla veya sözle sataşmak

  Böyle söyler de sonra yemek biraz azca çıkarsa yahut pek düzgün olmasa aşçıya çatacak gibi olur. - Memduh Şevket Esendal

[-e]

• Rastlamak, karşılaşmak

  Nerden çattım böylesi bir güzele... - Cahit Sıtkı Tarancı

[-e]

[hukuk]

• Gemiler birbirine çarpmak

[isim]

• Çatma işini yapan kimse

[isim]

• Çatmacının yaptığı iş