[isim]

• Irmaklarda işleyen, bir tür altı düz kayık

[isim]

• Tepelemek işi

  Ertesi gün öğle vakti, Menderes köprüsündeki köpekleri tepelemeye ant içtik. - Halide Edip Adıvar

[zarf]

• Tepe biçimi verecek veya kenarlarından taşacak kadar, tepelemesine

  İşte Ruhsar! Orada tepeleme yığılmış kitapların yanı başında duruyor. - Attila İlhan

[-i]

• Ayakları altında ezmek

[mecaz]

• Bozguna uğratmak, hırpalamak

  Sen ona ilişirsen ben de seni tepelerim. - Burhan Felek

[mecaz]

• Kıyasıya dövmek

[argo]

• Öldürmek

  Karakaçanı, Armutdere çataklarında bu Bozdayı tepelediydi. - Memduh Şevket Esendal

[isim]

• Sepelemek işi

[nesnesiz]

• Kısa süreler içinde ve serpinti hâlinde yağmak, dökülmek, serpelemek

[isim]

• Serpelemek işi

[nesnesiz]

• Seyrek damlalar durumunda yağmak

  Yağmurun serpelediği olurdu eski yaz günlerinde, bulut geçti derlerdi. - Oktay Rifat

• Sürekli olarak ve az serpmek

[isim]

• Pepelemek işi

[zarf]

• Tepeleme

  Testiyi dizine dayayıp eğdi, maşrapayı tepelemesine doldurdu. - Muzaffer Buyrukçu

[nesnesiz]

• Pepe gibi konuşmak