[isim]

• Görme yetisi

• Bir yerin çevreyi görme özelliği, nezaret

  Buranın görüsü geniş.

[felsefe]

• Dolaysız kavrama, birden kavrama

[isim]

• Görme yetisi

  Trahom hastalığı, tedavi edilmezse görümü yok etmeye kadar varabilir.

[isim]

• Görülmek işi

  Kadının tedrisi ve terakkisinde muhitin de büyük bir tesiri görülmeye başladı. - Memduh Şevket Esendal

[isim]

• Görünmek işi

  Sabaha karşı Sevgi odaya girdiğinde gelişini duydu ama uyur gibi görünmeyi doğru buldu. - Necati Cumalı

[isim]

• Görme işi

• Gözle bir şeyi algılama yetisi

• Cezaevi veya hastanedeki birine yapılan ziyaret

[mecaz]

• Bir olay, varlık veya düşünce üzerinde varılan yargı, fikir

  Kolektif bir görüş rahatlığı insanı düşündürmekten kurtarır. - Asaf Halet Çelebi

[mecaz]

• Benzerlerinden ayıran özellik, konsept

Ata Sözleri ve Deyimler

• görüş bildirmek

[nesnesiz]

• Görülür duruma gelmek, görülür olmak, gözükmek

  Bakarım bakarım sılam görünmez / Ara yerde yıkılası dağlar var - Karacaoğlan

• İzlenim uyandırmak

  Bu, biraz daha inandırıcı görünüyor. - Ayla Kutlu

• Benzemek, görünüşünde olmak

[mecaz]

• Azarlamak

  Çocuk pek azdı, biraz görünüver.

[mecaz]

• Gözdağı vermek

Ata Sözleri ve Deyimler

• göründü Sivas'ın bağları
• görünen köy kılavuz istemez
• görünen köyün (veya dağın) uzağı olmaz

[nesnesiz]

• Göz yardımıyla bir şey, bir varlık algılanmak, seçilmek

  Görülünce vurulması için irade bile var. - Sermet Muhtar Alus

• Gereken iş yapılmış olmak

  İşimiz kolayca görüldü.

• Bir şeyin bulunduğu anlaşılmak, karşılaşılmak, rastlanmak

  Yıllarca görülmemiş bir dostu kucaklar gibi hemşiresini öptü. - Peyami Safa

• Kabul edilmek, sayılmak

  Basılı oyunlar sakıncalı görülünce yok ediliyordu. - Metin And

[isim]

• Gerçekte var olmadığı hâlde varmış gibi görünen şey, hayalet

• Manzara

[eskimiş]

• Gölge oyununda Karagözcünün perdeye yansıttığı görsel malzeme

  Ayrıca kimi Karagözcüler kendi görüntülerini kendileri hazırlarlar. - Metin And

[fizik]

• Herhangi bir nesnenin mercek, ayna vb. araçlarla oluşturulan biçimi, hayal

[matematik]

• Sayı doğrusu üzerinde bir sayıya karşı gelen nokta

[sinema]

[televizyon]

• Bir film üzerinde sıralanmış resimlerin gösterici yardımıyla ekrana art arda düşürülmesi sonunda hareketin yeniden kurulmasıyla ortaya çıkan görünüş, görüntülük üzerindeki hareketli resimler bütünü

[sıfat]

• Görünen, gözle görülebilen

[mecaz]

• Belli, apaçık göze çarpan

[isim]

• Kendi duygularını, kendi kendini anlayabilme yeteneği

[isim]

[gök bilimi]

• Teleskop

[isim]

• Bir şeyin dıştan bakıldığında görünen biçimi, görünme durumu, görünüş, manzara, zevahir, vizyon

  O geniş caddeler bugünkü hazin görünümleriyle nihayet bulurlar. Edebiyatın özlemleri acı bir batkıya uğrar. - Selim İleri

[isim]

• Yalnız görülmek için konulan nesne

• Nişanlanan kıza, ilk kez görmeye gidildiğinde erkek tarafından takılan veya verilen armağan

[isim]

• Kadına göre kocasının kız kardeşi

  Görümcesi onu paylıyor, o ise Kutlu'nun yüzüne bakıyordu, duymamacasına. - Nezihe Araz

[isim]

• Eşya ve nesnelerin uzaktan görünüşü, perspektif

  Romanda gerçek kişileri arayanlar roman sanatına pek dar görüngelerden yaklaşıyorlar. - Selim İleri