[isim]

• Tenekelemek işi

[-i]

[halk ağzında]

• Gübrelemek

[-i]

• Liste durumuna getirmek

[-i]

• Üstündeki şeyleri düşürmek, kaydırmak için bir şeyi üst üste, birden silkmek

  Avcı, elinde ipi silkeleyerek hafif, sanki balıklarını ürkütmek istemiyormuş gibi yavaş yavaş ağını çekiyordu. - Memduh Şevket Esendal

• Kuvvetle sarsmak

  Birini yakasından tutup silkelemek.

[mecaz]

• Dövmek

[mecaz]

• Sarsmak, etkilemek

[mecaz]

• Yük olan, yük sayılan birinin geçim ve sorumluluğunu üstünden atmak

  Seni ben değil amma bu çeneyle galiba damadın sokağa silkeleyecek. - Reşat Nuri Güntekin

[-i]

[halk ağzında]

• Hayvanları sikkeye bağlamak

[eskimiş]

• Damgalatmak, mühürletmek

[-i]

• Tekme vurmak, tekme atmak

  Ayağımın ucuna ne gelirse çiğniyor, tekmeliyordum. - Reşat Nuri Güntekin

[mecaz]

• Nankörce davranmak

[-i]

• Görünmemesini sağlamak, maske ile örtmek

• Gerçek görünüşünü, niteliğini saklamak

• Gerçek duygularını gizlemek

[-i]

• Rende ile pürüzlerini gidermek, istenilen biçimi vermek

  Tahtayı rendelemek.

[nesnesiz]

• Rende ile ufak parçalara ayırmak

  Peynir rendelemek.

[sıfat]

• Tekrarlı

[-i]

• Beste yapmak

  Üstat hemen rasttan bestelediği bir şarkıyı mırıldanmaya başladı. - Aka Gündüz

[-i]

• Deste durumuna getirmek, deste yapmak

[isim]

• Kademelemek işi

[-i]

• Sütre ile kaplamak

[nesnesiz]

• Dengesi bozularak düşecek gibi olmak, adımlarını şaşırmak

  İkimiz de birbirine sarılmış sarhoşlar gibi bir sağa bir sola sendeliyorduk. - Halikarnas Balıkçısı

[mecaz]

• Herhangi bir olay karşısında ne yapacağını şaşıracak kadar sarsılmak

  Bu haberi alınca fena hâlde sendeledi.

[-i]

• Çelme takmak

  Hademelerden biri odaya lamba getirirken Mebrure bahçeye fırladı, birbirini çelmeleyen adımlarla, istediği hâlde koşmaya muvaffak olamayarak sokağa yürüdü. - Peyami Safa

[mecaz]

• Bir iş veya kimseyi engellemek

[mecaz]

• Bir işi baltalamak