[sıfat]

• Kanalcığı olan

  Önde hava kanalcıklı disk ile arkada da kampana kullanılmış.

[-i]

• Açlık duymasına sebep olmak

  Bu hava, bu su insanı çabuk acıktırır.

• Aç bırakmak

[isim]

• Acıkabilmek işi

[sıfat]

• Kabarcığı olan

  Üstü ayran kabarcıklı tereyağını sıcak tandır ekmeğine sürer, yerdi. - Yaşar Kemal

[isim]

• Mıncıklamak işi

[zarf]

• Şakadan

  Başımı da şöyle yastığa doğru şakacıktan eğdim. - Sait Faik Abasıyanık

[sıfat]

• Çok dar

  Dasdaracık bir pantolon altından koca ayaklar çıkıyor. - Peyami Safa

[sıfat]

• Çok yuvarlak

• Kısa boylu ve şişman (kimse)

[isim]

[biyoloji]

• Canlılarda dişinin, döllenip oğulcuk durumuna gelmesi için çıkardığı üreme hücresi

[bitki bilimi]

• Kapalı tohumlularda, döllenmeden sonra değişikliğe uğrayarak tohumu oluşturan bölüm

[-i]

• Gıcık oluşturmak, kaşındırmak

[mecaz]

• Kuşkulandırmak

[mecaz]

• Cinsel istek uyandırmak

  Git de gözü onda gör, adamın yüreğini gıcıklıyor. - Refik Halit Karay

[isim]

• Gıcıklanmak işi

[isim]

• İhtiyarlara sevgiyle yaklaşıldığını belirten bir söz

  İhtiyarcık, onlara karınca kaderince yararlı olmak, göze girmek ister. - Haldun Taner

[sıfat]

• Çok kolay

[zarf]

• (kola'ycacık) Çok kolay bir biçimde

  Kapının sarı tokmağını avuçlayıp çeviriyor, kolaycacık açılıyor kapı. - Zeyyat Selimoğlu

[isim]

• Acıkıvermek durumu

[sıfat]

• Çok dar

  Karanlık ve kaldırımları bozuk bu dapdaracık sokağa saptılar. - Ercüment Ekrem Talu