İçinde Almak Bulunan Kelimeler

İçinde ALMAK olan 27 kelime bulunuyor. İçerisinde ALMAK geçen kelimeler ve kelime anlamları.

Ayrıca, "Almak kelimesinin anlamı nedir? Almak ile biten kelimeler." içeriklerine bakabilirsiniz.

10 Harfli Kelimeler

ŞAŞAKALMAK17, DONAKALMAK14, BAKAKALMAK13, ARTAKALMAK11, KALAKALMAK11

9 Harfli Kelimeler

FEYZALMAK21, DEVRALMAK18, KARTALMAK10

8 Harfli Kelimeler

ÇOĞALMAK20, YOĞALMAK19, SAĞALMAK17, BOŞALMAK15, DOMALMAK13, KOCALMAK13, ALÇALMAK12, BOLALMAK12, BUNALMAK12, YAMALMAK12, DARALMAK11, KISALMAK11

7 Harfli Kelimeler

UFALMAK15, AZALMAK11

6 Harfli Kelimeler

ÇALMAK10, DALMAK9, SALMAK8, KALMAK7

5 Harfli Kelimeler

ALMAK6

ALMAK

[-i]

  • Bir şeyi elle veya başka bir araçla tutarak bulunduğu yerden ayırmak, kaldırmak

    Sağ elinin çevik bir hareketiyle başındaki tülbendi çekip aldı. - Necati Cumalı

[nesnesiz]

  • Satın almak

[nesnesiz]

  • Ele geçirmek, fethetmek

    Fakat aldıkları yerlerin ahalisini Türkleştiremediklerinden bu büyüklük onların zayıf düşmelerine sebep olmuş. - Ömer Seyfettin

[-i]

[-den]

  • Bir şeyi veya kimseyi bulunduğu yerden ayırmak

    Çocuğu okuldan aldı.

  • Birlikte götürmek

[nesnesiz]

  • İçine sığmak

    Bu kavanoz iki kilo bal alır. Bu salon bin kişi alır.

[-e]

[nesnesiz]

  • Kabul etmek

[nesnesiz]

  • Kendine ulaştırılmak, iletilmek

    Mektup almak. Haber almak.

[nesnesiz]

  • İçeri sızmak, içine çekmek

    Gemi su alıyor. Fotoğraf makinesi ışık almış, film yanmış.

[nesnesiz]

  • Erkek, kadınla evlenmek

    O sırada aldığı kadının babasının birçok yardımını görmüştü. - Memduh Şevket Esendal

[-i]

[nesnesiz]

  • Sürükleyip götürmek

    Öküzü sel aldı, harmanı yel aldı.

[nesnesiz]

  • Kazanmak, elde etmek

[nesnesiz]

  • Zararlı, tehlikeli bir şeye uğramak

    Soğuk almak. Ceza almak.

[-i]

[nesnesiz]

  • Bürümek, sarmak, kaplamak

    Burayı kötü bir koku aldı, durulamaz hâle geldi.

[-den]

  • Kısaltmak, eksiltmek

    Ceketin boyundan almak.

[nesnesiz]

  • Yolmak, koparmak

    Kaş almak.

  • Temizlemek

    Karyolanın altını süpürge ile al.

[-e]

[-i]

  • İçeri girmesini sağlamak

    Sevdiği delikanlıyı gece evine almış. - Necati Cumalı

[nesnesiz]

  • Tat veya koku duymak

    Sigaradan hiç tat alamaz oldum. Burnu iyi koku alır.

[-e]

[-i]

  • Örtmek, koymak

    Paltosunu sırtına aldı.

[-i]

[-de]

  • Yol gitmek, mesafe katetmek

    O yolu bir saatte alırsınız.

[-i]

[-den]

  • Çalmak

    Cebimden saatimi almışlar.

  • Soldurmak

    Güneş perdelerin rengini aldı.

  • Vücuttaki hasta bir organı ameliyatla çıkarmak

    Dalağını aldılar.

[nesnesiz]

  • Motor çalışması için gerekli olan elektrik veya yakıttan yararlanır duruma gelmek

    Savcı yardımcısı gaza bastı, motor almadı. Bir daha bastı, yine almadı. - Haldun Taner

[nesnesiz]

  • Göreve, işe başlatmak

    Yeni bir kapıcı aldı.

[-den]

  • Görevden, işten çekmek

[nesnesiz]

  • Başlamak

    Üsküdar'a gider iken aldı da bir yağmur - Halk türküsü

[nesnesiz]

  • İçecek veya sigara içmek

    Tadına bakmak için bir yudum aldım.

[nesnesiz]

  • Yutmak, kullanmak

    İlaç almak.

[nesnesiz]

[-den]

  • Kazanç sağlamak

    Bir pantolondan beş yüz lira alıyorlar.

  • Gidermek, yok etmek

    İçine biraz su koy, tuzunu alır.

  • Yer değiştirmek

Ata Sözleri ve Deyimler

  • al (veya alın) ...
  • alaşağı etmek
  • al aşağı vur yukarı
  • al benden de o kadar
  • al birini, vur ötekine (veya birine)
  • aldı
  • aldığı abdest ürküttüğü kurbağaya değmemek
  • aldı sazı eline
  • al gülüm ver gülüm
  • alıp başını gitmek
  • alıp götürmek
  • alıp satmaz görünmek
  • alıp sattığı olmamak
  • alıp vereceği olmamak
  • alıp verememek
  • alıp vermek
  • alıp yürümek
  • al kaşağıyı gir ahıra, yarası olan gocunur (veya gocunsun)
  • almadan vermek Allah'a mahsus
  • almadığın hayvanın kuyruğunu tutma
  • al malın iyisini, çekme kaygısını
  • alma mazlumun ahını, çıkar aheste aheste
  • al sana bir ... daha
  • al takke ver külah

Birleşik Kelimeler: pürüzalır, esir almaca, soluk almadan, açığa almak, satın almak, akılalmaz, çakaralmaz

KALMAK

[nesnesiz]

  • Olduğu yeri ve durumu korumak, sürdürmek

    Sıkı sıkı kucakladı ve öylece kaldı. - Tarık Buğra

  • Zaman, uzaklık veya nicelik belirtilen miktarda bulunmak

    Arabada yalnız dört çocuk kalmıştı. - Osman Cemal Kaygılı

[-de]

  • Konaklamak, konmak

    Hemen karargâha yerleşmezsem ne geri dönebilir ne de otelde kalabilirdim. - Falih Rıfkı Atay

[-le]

  • Oturmak, yaşamak

    Tam beş sene benimle beraber kaldı. - Sait Faik Abasıyanık

  • Eğleşmek
  • Hayatını sürdürmek, yaşamak

    O aileden bir bu çocuk kaldı.

  • Varlığını korumak, sürdürmek

    Eniştemizin iptidai kalmış huyları da vardı. - Abdülhak Şinasi Hisar

[-de]

  • Oyalanmak, vakit geçirmek

    Kısa bir süre tezgâhın önünde kaldı. - Necati Cumalı

  • Sınıf geçmemek

    Çocukların içinde kalanlar da var geçenler de.

[-de]

  • İşlemez, yürümez duruma gelmek

    Araba yarı yolda kaldı.

[-e]

  • İleriye atılmak, ertelenmek

    Mahkeme ayın on sekizine kaldı. - Sait Faik Abasıyanık

[-de]

  • Bir şeyle kaplanmak, bir şeye bulanmak

    Oda duman içinde kaldı.

[-de]

  • Bir işi belli bir noktada bırakmak, ara vermek

    Bugün iş maddesinde kaldık.

[-den]

  • Miras olarak geçmek

    Çiftlik ana babasından kalmış.

[-den]

  • Yapamamak

    Misafir geldi, gezmeden kaldık.

  • Belli bir gelirle geçinmek zorunda bulunmak

    Refika, valide, iki kerime kaldık mı biz iki bin kuruş tekaüt maaşına. - Haldun Taner

[-le]

  • Yetinmek

    Yalnız dayak atmakla kalmadı, onu işinden de çıkardı.

[-le]

  • Sınırlanmak

    Amasya'da iken karşılaştığımız vaziyet yalnız Şeyh Recep Vakası ile kalmadı. - Atatürk

  • Herhangi bir durumu sürdürmek

[yardımcı fiil]

  • Olmak, herhangi bir durumda bulunmak

    Fatma'nın yemek çantası olmasaydı dün aç kalmıştık. - Falih Rıfkı Atay

[yardımcı fiil]

  • Kök veya gövdeleri sonuna -a (-e), -ıp (-ip) zarf-fiil eki almış fiillere gelerek süreklilik bildiren birleşik fiiller oluşturur

    Bakakalmak.

    Şaşakalmak.

    Donakalmak. Şaşırıp kalmak. Donup kalmak.

Ata Sözleri ve Deyimler

  • ... den kalır yeri yok
  • ... ye kalsa (veya kalırsa)
  • kaldı ki

Birleşik Kelimeler: kala kala, geri kalmış

SALMAK

[-e]

[-i]

  • Bağımlılığına, tutukluluğuna veya baskı altındaki durumuna son vererek serbest kılmak, bırakmak, koyuvermek

    Derhâl kapının zincirini salıvererek kanadı arkasına kadar açtı. - Ercüment Ekrem Talu

  • Yollamak, göndermek

    Bununla beraber peşine adam salmak gerekir. - Aka Gündüz

  • Koymak, katmak

    Halk ruhunun benliğinizde yeniden uyanıp hararetini gönlünüze saldığını duyarsınız. - Refik Halit Karay

  • Sürmek

    Bunun içindir ki dal budak saldı, yemiş vermeye başladı. - Ruşen Eşref Ünaydın

  • Uğratmak

    Başını derde salmak.

  • Vergi yüklemek

    Ona elli bin lira salmışlar.

  • Üzerine yürütmek

    Tazıyı tavşana salmak.

[-e]

  • Saldırmak

    Aç kurt, yılana da salar, taşa da, dedi. - Memduh Şevket Esendal

  • Sarkıtmak

    Soğutmak için kuyuya su kabı saldı.

[denizcilik]

  • Gemi demir üzerinde dört yana dönmek

[-i]

[mecaz]

  • Bakmamak, ilgilenmemek, özen göstermemek

Birleşik Kelimeler: salıvermek, salıverilmek

DALMAK

[-e]

  • Suyun içine bütün vücuduyla ve hızla girmek

    O çirkin, kaba kunduralarla sıcak günde serin denize dalmışım gibi rahatladım. - Ayla Kutlu

[nesnesiz]

  • Bir yerin içine girmek

    Hızla içeri dalıp mumun başında duran adama doğru iki adım attı. - Elif Şafak

[nesnesiz]

[mecaz]

  • Kendini bilmez duruma gelmek, kendinden geçmek

    Çocuk ateşi çıkınca daldı.

[nesnesiz]

  • Uyumak

    O serinlik içinde Tevfik dalmış. Uyandığı vakit güneş çoktan doğmuştu. - Memduh Şevket Esendal

[mecaz]

  • Başka bir şeyle uğraşamayacak veya başka bir şeyi düşünemeyecek biçimde kendini bir şeye kaptırmak

[spor]

  • Güreşte rakibinin belden aşağı bir yerini aniden tutmak

Ata Sözleri ve Deyimler

  • dala çıka
  • dalıp çıkmak
  • dalıp gitmek

KARTALMAK

[nesnesiz]

[halk ağzında]

  • Yaşlanmak, kartlaşmak

ÇALMAK

[-e]

[-i]

  • Başkasının malını gizlice almak, hırsızlık etmek, aşırmak

    İngiliz cephesinden at kaçırıp bize satan bedeviler dönüşlerinde bizim atlarımızı çalıp İngilizlere satarlardı. - Falih Rıfkı Atay

  • Vurarak veya sürterek ses çıkartmak

    Bir yandan mızıka istiklal havasını çalıyordu. - Ruşen Eşref Ünaydın

  • Bir müziği dinlemeyi sağlayan aleti çalıştırmak

    Fevkalade zekidir, iyi dans eder, piyano çalar, tenis oynar, ata biner, avcıdır, kayakçıdır. - Refik Halit Karay

[nesnesiz]

  • Ses çıkarmak, ses vermek

    Hafif hafif ıslıklar çalan sesi eski keskinliğini kaybetmiştir. - Reşat Nuri Güntekin

  • Atmak, çarpmak, vurmak
  • Üzerine sürmek

    Ekmeğin üzerine yağ çaldı.

[-i]

  • Bozmak, zarar vermek

[-i]

  • Kumaşın bir parçasını kesmek
  • Madeni oymak, kalemle işlemek

[-e]

  • Benzemek, andırmak

    Geniş alınlı, kırmızıya çalar, kahverengi saçlı, altın dişli tuhaf bir delikanlı gülümsedi. - Sait Faik Abasıyanık

[mecaz]

  • Zamanı boşa harcatmak, ziyan edilmesine yol açmak

[-i]

[halk ağzında]

  • Süpürmek, temizlemek

    Tozu çalmak.

Ata Sözleri ve Deyimler

  • çalıp çırpmak
  • çalmadan oynamak
  • çalma elin kapısını, çalarlar kapını

Birleşik Kelimeler: diskçalar, kasetçalar, uzunçalar, yürürçalar

ARTAKALMAK

[-den]

  • Artmak, geriye kalmak, fazla bulunmak

    Artakalan para ile çocuk pek güç geçiniyordu. - Halit Fahri Ozansoy

KALAKALMAK

[nesnesiz]

  • Bir şey veya durum karşısında şaşırmak

    Baktılar ve ani bir komutla dondurulmuşçasına öylece kalakaldılar. - Elif Şafak

  • Güç durumda kalmak

    Arka tekerler alıp başını geçti gitti. Kırk yolcu yolun ortasında kalakaldık. - Bedri Rahmi Eyuboğlu

DARALMAK

[nesnesiz]

  • Dar duruma gelmek, küçülmek

    İleride yolun daraldığını göre göre gaza yüklendi. - Elif Şafak

  • Azalmak

    Yıllar geçer, bir gün bakarsınız vakitler daralmış. - Reşat Nuri Güntekin

  • Zayıflamak

    Hafızası o kadar daralmış, bir sene evvelini hatırlamıyor gibi. - Sait Faik Abasıyanık

[mecaz]

  • Güçleşmek, zorlaşmak

    Geçimi daraldı.

[mecaz]

  • Sıkışmak

    Daralan soluğu ile çıkamayacağı merdivenleri oğlunun da çıkmasını yasaklıyordu. - Necati Cumalı

[mecaz]

  • Başı dara gelmek, bunalmak

KISALMAK

[nesnesiz]

  • Kısa duruma gelmek
  • Süresi azalmak

AZALMAK

[nesnesiz]

  • Az denecek bir miktara inmek

    Bakımsızlıklarla göçüp gitmiş bir cihan / Mevsimler soğumuş, sular azalmış - Fazıl Hüsnü Dağlarca

  • Eskisinden az bir duruma gelmek
  • Etkisini yitirmek, hafiflemek

    Sancısı azaldı.

ALÇALMAK

[nesnesiz]

  • Alçak duruma gelmek, yüksekten aşağı doğru inmek

    Rüzgâr gece beyaza boyanmış konduların üstüne doğru alçaldı. - Lâtife Tekin

[mecaz]

  • İnsanın değeri azalmak

    Hemşiremden esirgediğiniz şeyi ben kabul edecek kadar alçalmadım. - Aka Gündüz

BOLALMAK

[nesnesiz]

[halk ağzında]

  • Bollaşmak

BUNALMAK

[nesnesiz]

  • Soluk alması güçleşmek

    Hoca bu son sözleri söylerken havasızlıktan bunalıyor gibi başını tavana kaldırıyor. - Reşat Nuri Güntekin

[mecaz]

  • Çok sıkılmak, çok tedirgin olmak

    Geçenlerde yeni çıkan uzunca bir şiirini okuyuncaya kadar bunaldım. - Necati Cumalı

YAMALMAK

[nesnesiz]

  • Biçimini, rengini doğaya uydurarak saklanmak