DONUKLAŞMAK Harflerini İçeren 6 Harfli Kelimeler

DONUKLAŞMAK harflerini içeren 6 harfli 40 kelime bulunuyor. 6 harfli DONUKLAŞMAK kelime türetme listesi ve kelime anlamları.

DOLMUŞ14, KOKMUŞ12, KOLDAŞ12, OLUŞMA12, ŞAMDAN12, DOKUMA11, KOŞMAK11, KANDAŞ11, MAŞUKA11, OKŞAMA11, ONAŞMA11, ULAŞMA11, DONMAK10, DONAMA10, DOLMAK10, DOLAMA10, KUŞLAK10, KAŞKOL10, DALMAK9, KUNDAK9, LUANDA9, MANDAL9, NAKKAŞ9, OKUNMA9, OKUMAK9, ONULMA9, OLUNMA9, KONMAK8, KALOMA8, OKLAMA8, ONAMAK8, ULAMAK8, UNLAMA8, ULANMA8, ALAKOK7, KANMAK7, KALKMA7, KALMAK7, OLANAK7, KALKAN6

KALKAN

[isim]

  • Ok, kılıç vb.nden korunmak için savaşçıların kullandığı korunmalık
  • Toplum olaylarında güvenlik görevlilerinin çeşitli saldırı araçlarından kendilerini ve başkalarını korumak için kullandıkları, özel olarak yapılmış korumalık

[mecaz]

  • Koruyucu

    Akbabanın kanatlarından başka kalkanı yoktu galiba. - Yusuf Ziya Ortaç

Ata Sözleri ve Deyimler

  • kalkan etmek
  • kalkan olmak

Birleşik Kelimeler: kalkan bezi, kılıçkalkan

[isim]

[hayvan bilimi]

  • Yan yüzergillerden, büyük, yassı, derisi düğme veya çivi denilen birtakım sivri kemiklerle örtülü, beyaz etli balık, kalkan balığı (Scophtalmus maximus)

Birleşik Kelimeler: kalkan balığı, kalkan böcekleri, çivisiz kalkan

ALAKOK (Kelime Kökeni: Fransızca à la coque)

[isim]

  • Rafadan yumurta

    Sabahleyin kendisine bir alakok ziyafeti çekecekti. - Hüseyin Rahmi Gürpınar

KANMAK

[-e]

  • Söylenilen sözün, anlatılan konunun doğruluğuna inanmak
  • Tatlı sözlere aldanmak
  • Bir gereksinimini, bir isteğini yeteri kadar karşılamış olmak, doymak

    Siz bile bu şekil, renk, koku zenginliğine kanmış ve yorulmuş ruhunuzla... - Reşat Nuri Güntekin

  • Yetinmek, iktifa etmek

    Odalarının keçeleri üstüne serilmiş seccadelerde bazen namaz kılmakla kanmayarak çoraplarını çıkarır. - Ahmet Hamdi Tanpınar

KALKMA

[isim]

  • Kalkmak işi

    Sabahları erken kalkmayı sevmeyen, gece geç yatan gececi kişilerdensiniz. - Tomris Uyar

KALMAK

[nesnesiz]

  • Olduğu yeri ve durumu korumak, sürdürmek

    Sıkı sıkı kucakladı ve öylece kaldı. - Tarık Buğra

  • Zaman, uzaklık veya nicelik belirtilen miktarda bulunmak

    Arabada yalnız dört çocuk kalmıştı. - Osman Cemal Kaygılı

[-de]

  • Konaklamak, konmak

    Hemen karargâha yerleşmezsem ne geri dönebilir ne de otelde kalabilirdim. - Falih Rıfkı Atay

[-le]

  • Oturmak, yaşamak

    Tam beş sene benimle beraber kaldı. - Sait Faik Abasıyanık

  • Eğleşmek
  • Hayatını sürdürmek, yaşamak

    O aileden bir bu çocuk kaldı.

  • Varlığını korumak, sürdürmek

    Eniştemizin iptidai kalmış huyları da vardı. - Abdülhak Şinasi Hisar

[-de]

  • Oyalanmak, vakit geçirmek

    Kısa bir süre tezgâhın önünde kaldı. - Necati Cumalı

  • Sınıf geçmemek

    Çocukların içinde kalanlar da var geçenler de.

[-de]

  • İşlemez, yürümez duruma gelmek

    Araba yarı yolda kaldı.

[-e]

  • İleriye atılmak, ertelenmek

    Mahkeme ayın on sekizine kaldı. - Sait Faik Abasıyanık

[-de]

  • Bir şeyle kaplanmak, bir şeye bulanmak

    Oda duman içinde kaldı.

[-de]

  • Bir işi belli bir noktada bırakmak, ara vermek

    Bugün iş maddesinde kaldık.

[-den]

  • Miras olarak geçmek

    Çiftlik ana babasından kalmış.

[-den]

  • Yapamamak

    Misafir geldi, gezmeden kaldık.

  • Belli bir gelirle geçinmek zorunda bulunmak

    Refika, valide, iki kerime kaldık mı biz iki bin kuruş tekaüt maaşına. - Haldun Taner

[-le]

  • Yetinmek

    Yalnız dayak atmakla kalmadı, onu işinden de çıkardı.

[-le]

  • Sınırlanmak

    Amasya'da iken karşılaştığımız vaziyet yalnız Şeyh Recep Vakası ile kalmadı. - Atatürk

  • Herhangi bir durumu sürdürmek

[yardımcı fiil]

  • Olmak, herhangi bir durumda bulunmak

    Fatma'nın yemek çantası olmasaydı dün aç kalmıştık. - Falih Rıfkı Atay

[yardımcı fiil]

  • Kök veya gövdeleri sonuna -a (-e), -ıp (-ip) zarf-fiil eki almış fiillere gelerek süreklilik bildiren birleşik fiiller oluşturur

    Bakakalmak.

    Şaşakalmak.

    Donakalmak. Şaşırıp kalmak. Donup kalmak.

Ata Sözleri ve Deyimler

  • ... den kalır yeri yok
  • ... ye kalsa (veya kalırsa)
  • kaldı ki

Birleşik Kelimeler: kala kala, geri kalmış

OLANAK

[isim]

  • İmkân

    Olanakların, olasılıkların bir sonu bulunabilirdi belki zamanla. - Yusuf Atılgan

Ata Sözleri ve Deyimler

  • olanak sağlamak (veya tanımak)

KONMAK

[-e]

  • Kuş, kelebek, uçak, toz vb. bir yere inmek

    Bir bülbül gelip konmuştu havuzun kıyısına. - Çetin Altan

  • Yolculukta geceyi geçirmek için bir yerde kalmak, konuk olmak
  • Kısa bir süre için bir yere yerleşmek, bir yeri yurt edinmek

[mecaz]

  • Bir şeyi emeksiz edinmek

    Ayşe de yarın öbür gün bir lise hocası olacak belki de servete de konacaktı. - Halide Edip Adıvar

Birleşik Kelimeler: kona göçe, göçerkonar, konargöçer, gecekondu, kuşkonmaz

[-e]

  • Koyma işi yapılmak

    Yemeğe tuz konur.

KALOMA (Kelime Kökeni: İtalyanca caloma)

[isim]

[denizcilik]

  • Demir atmış bir geminin zincirinin su içindeki bölümü

Ata Sözleri ve Deyimler

  • kaloma etmek (veya vermek)

OKLAMA

[isim]

  • Oklamak işi
  • Hedef noktaları dairesel olarak belirlenmiş nişan tahtasına küçük okların atılmasıyla oynanan bir oyun türü

ONAMAK

[-i]

  • Bir işi doğru ve uygun bulmak, tasvip etmek

ULAMAK

[-e]

[-i]

  • Eklemek, katmak, ilave etmek

UNLAMA

[isim]

  • Unlamak işi

ULANMA

[isim]

  • Ulanmak işi

DALMAK

[-e]

  • Suyun içine bütün vücuduyla ve hızla girmek

    O çirkin, kaba kunduralarla sıcak günde serin denize dalmışım gibi rahatladım. - Ayla Kutlu

[nesnesiz]

  • Bir yerin içine girmek

    Hızla içeri dalıp mumun başında duran adama doğru iki adım attı. - Elif Şafak

[nesnesiz]

[mecaz]

  • Kendini bilmez duruma gelmek, kendinden geçmek

    Çocuk ateşi çıkınca daldı.

[nesnesiz]

  • Uyumak

    O serinlik içinde Tevfik dalmış. Uyandığı vakit güneş çoktan doğmuştu. - Memduh Şevket Esendal

[mecaz]

  • Başka bir şeyle uğraşamayacak veya başka bir şeyi düşünemeyecek biçimde kendini bir şeye kaptırmak

[spor]

  • Güreşte rakibinin belden aşağı bir yerini aniden tutmak

Ata Sözleri ve Deyimler

  • dala çıka
  • dalıp çıkmak
  • dalıp gitmek

KUNDAK

[isim]

  • Yeni doğmuş çocuğu ilk aylarda sıkıca sarıp sarmalamaya yarayan geniş bez

    Kendisine uzattıkları ince ve beyaz bir kundağa sarılmış kızına baktı. - Ömer Seyfettin

  • Bu bezle sarılmış bebek

    Dikmen Yıldızı kundağı kucaklayarak ağır, sarsıntılı adımlarla savcının arkasından yürüdü. - Aka Gündüz

  • Saçları yemeninin içine alıp bağlama

    Baş kundağı.

  • Korunmak için sıkı sıkıya sarılmış şey

    Dutların tomurcukları büyümüş, yaprakları burunlarını kundaklarından çıkarmışlardı. - S. F. Abasıyanık

[isim]

  • Yangın çıkarmak için bir yere konulan tutuşmuş yağlı bez parçası vb.

    Ben şamdanımla evveli kapının önüne yığılan şeyleri, sonra cibinliği, perdeleri, bütün duvarları çeviren kundakları tutuşturacağım. - Halit Ziya Uşaklıgil

  • Tüfek gibi bazı ateşli silahlarda bunları çeşitli yönlere çevirmeye yarayan, namlunun altında bulunan ağaç veya metal bölüm

    Amcası Mustafa geldi eve, ona bir kundağı sedefli tüfek getirdi. - Yaşar Kemal

  • Arabalarda dingil yatağı

[mecaz]

  • Ara bozma, fitne, fesat

Ata Sözleri ve Deyimler

  • kundak sokmak (veya koymak)

Birleşik Kelimeler: çatal kundak