[sıfat]

• Lanetlenmiş, kargınmış, kargışlı, melun

[sıfat]

• Altısı bir arada, altı taneden oluşmuş

• Altı tane alabilen

  Altılık bir kutu.

• Düzinenin yarısı

[isim]

[halk ağzında]

• Kadınların alınlarına taktıkları altın veya gümüşten süs eşyası

• Yapılarda cephe süsü

[sıfat]

• Kanıtla gösterilmiş, müdellel

[isim]

• Artıp kalan şey, bakiye

• Eski çağlardan kalmış şehir veya yapı, ören, harabe

  Efes, Bergama'nın kalıntıları, ulaştıkları uygarlığı serer gözler önüne. - Necati Cumalı

• İz, işaret

[mecaz]

• Bir toplum, kültür, uygarlık vb.nden artakalan şey

  Bu babacan, filozof ve hazırcevap insanlar kuşağı, tükenen bir görgü devrinin son kalıntıları gibidir. - Haldun Taner

[sıfat]

• Laden sürülmüş olan

  ... yanağı ladenli falcı kadın. - Hüseyin Rahmi Gürpınar

[isim]

[tıp]

• Genellikle kalp hastalıklarında hızlı ve kesin etki sağlamak için dilin altına konularak emilen ilaç

[hayvan bilimi]

• Tavuklarda görülen bir hastalık

[isim]

• Latin dili

[sıfat]

• Bu dille yazılmış olan

[sıfat]

[hayvan bilimi]

• Tahılla beslenen

[isim]

• Küçük tane

[fizik]

• Çok küçük boyutlu madde, cisim

[isim]

• Taze olma durumu, körpelik, taravet

  Güller tazelikleri, renkleri, biçimleriyle salonu canlandırmışlardı birden. - Cahit Uçuk

[mecaz]

• Dinç, diri, canlı olma durumu

  Dedi kim tazeliğim çağında / Bir gülün bülbül idim bağında - Atai

[sıfat]

• Kadını olan

[sıfat]

• Tanışılıp konuşulan (kimse), bildik, tanış

  Mart başlayalı kırkını geçmiş nice tanıdıklarım hastalandı. - Ahmet Haşim

• Daha önceden bilinen, görülen, aşina

  Küçük kız, bir tanıdık edasıyla konuşan bu esrarlı adamı yadırgamadı. - Necip Fazıl Kısakürek

Ata Sözleri ve Deyimler

• tanıdık çıkmak

[isim]

• Anızı sürülmemiş tarla

[isim]

[mineraloji]

• Ankara taşı